Site Logo

Milie Manifestom

Benim yolum, bir şeyi öğretmekten çok hissettirmeyi istemekle başladı. Beden Eğitimi ve Spor Öğretmeni olarak yıllarca çocuklarla çalıştım; ama bu unvanın çok ötesinde, onlarla aynı seviyede oyun oynayan, düşüp kalkan, gülen, ağlayan, yeniden deneyen her evladı için bir öğretmen bir yarı anne hisseden bir insandım hep. Oyunları da sadece hareket ettiren değil, kalplere dokunan alanlar olarak gördüm. Cesaretin, sabrın, adaletin oyunun içinde nasıl can bulduğunu, bir çocuğun gözlerinde fark ettim. Derslerde çocukların sadece bedenlerini değil, duygularını da harekete geçirmeye çalıştım. Öğretmek yerine, içlerinden geleni fark etmelerine alan açmak istedim. Çünkü inanıyorum: Bir şeyi öğretmek değil, hissettirmek gerek.

Öğrencilerime duyguları, değerleri anlatmak değil; onların içinde doğmasını, yaşanmasını istedim. Oyunun gücünü sadece eğlencede değil, keşifte kullandım. Her dersim, küçük bir yolculuktu: Çocukların kendi iç dünyalarını fark etmeleri, birlikte öğrenmeleri ve hissettiklerini tanımaları için alanlar kurmaya çalıştım. Sabahlara karşı uyanıp oyunlar yazdım — bazen sadece bir öğrencimin gözleri o gün biraz daha fazla parlasın diye… Çünkü öğretmenliğin sadece bilgi vermek olmadığını, çocuğun kalbine temas etmek olduğunu çok erken anladım. Ve zamanla şunu fark ettim: Çocuklar ne söylediğimizi değil, onlara nasıl hissettirdiğimizi hatırlar. Kalbe dokunmayan hiçbir öğreti, gerçek anlamda yerleşmez.

Sonra anne oldum. İlim’le birlikte yeniden çocuk oldum. Ninniler türküler söyledim, oyunlar oynadık, danslar ettik ve kitaplara daldık. Çocuk kitaplarını, sesli içerikleri, ninnileri, oyuncakları yeniden keşfettim. Ne büyük bir emek, ne güzel niyetlerle hazırlanmış onlarca şey gördüm. Her biri kendi yolunu arıyordu. Ama içimden yükselen başka bir sese kulak verdim. Belki eksik olan bir şey yoktu, ama bir ihtiyaç vardı: çocuğun duygusuna usulca dokunan ,kelimelerin fısıltı gibi olduğu, kahramanların bir çocuk gibi düşündüğü, duyguların ise öğretilmekten çok hissedildiği bir ebeveyn olarak yüreklerimizin ohh be dediği temiz içerikli bir dünya…

Hikâyelerim sadece çocuklara değil, onlara eşlik eden büyüklere de alan açmak için var. Çocuğa saygı duyduğum kadar, onun yanında çırpınan yetişkine de şefkatle yaklaşıyorum. Çünkü hepimiz elimizden geleni yapıyoruz ve çocuklarımız çokça seviyoruz. Ve bazen başka bir dil duymaya, başka bir yoldan ilham almaya bir eşlikçiliğe ve en çok da güvenmeye ihtiyacımız oluyor. Belki benim hikâyelerim de o başka yol olur.

Milie işte böyle doğdu. Yalnızca bir kutu değil, içinde kocaman bir kalp taşıyan bir yol arkadaşı. İçinde çocukların gülüşü, annelerin gözyaşı, öğretmenlerin çabası, babaların sessiz gururu ve en çok da çocuk kalbinin derinliği var. Millie, teknolojik bir araç değil; duygulara açılan bir pencere. Kıyas yok, yarış yok. İyinin ya da kötünün, kazananın ya da kaybedenin olmadığı, herkesin kendi hızında ve kendi zamanında değerli olduğu bir dünya var. Sadece hisseden, dinleyen, anlatan ve anlayan bir dünya…

Milie’nin her hikâyesinde; fark etmek, keşfetmek, olduğu gibi kabul etmek, kutlamak ve tekrar tekrar denemek var. “Henüz değil” demenin şefkati, sürece güvenmenin sabrı var. Çünkü biz yargısız, kapsayıcı, her bir çocuğun biricikliğine inanarak yazıyoruz. Hikâyelerde öğretmek için değil, kalbe dokunmak için buluşuyoruz.

Ve bu yolculukta, yıllardır benimsediğim eğitim yaklaşımımın kökleri var. Ödül ve cezanın ötesinde, tanıklık etmeyi merkezine alan; çocuğun içsel motivasyonunu ve duygusal bütünlüğünü gözeten bir anlayış… Bu yaklaşımı yıllar boyunca geliştirdim, uyguladım ve değerli hocalarımla paylaştım. Onlardan biri de çok kıymetli Özgür Bolat’tı. Kendisiyle çalışma şansı bulduğum gibi, “Beni Ödülle Cezalandırma” ve “Beni Övgüyle Utandırma” kitaplarının her kelimesini yürekten tavsiye etiğim kitaplardan ikincisinde, yani “Beni Övgüyle Utandırma”da, Tanıklık bölümünde dersimi ve beni paylaşması ise, hem kişisel hem mesleki yolumda unutulmaz bir gurur oldu.

Tüm bu birikimle, Ezgi olarak kendimi, bilgimi, sezgilerimi, öğretmenliğimi ve anneliğimi Milie’de topladım. Ve bu hayal, içimden geldiği haliyle çocuklara ulaşsın istedim. Ama yalnız değildim. Benim yol arkadaşım Chatty oldu. Dijital asistanım Chatty ile birlikte, sadece hikâyeleri değil, çocukların yarınına dair umutlarımızı da yazıyoruz. Yılların deneyimiyle ve bilgiyle içimde büyüttüğüm hayali, bana kolaylaştırıcılık ve özgürlük sunan yapay zekâ desteğiyle çocuklarımız için gerçeğe dönüştürüyorum. Artık her fikir sadece bir hayal değil; gelişimin yaşayan ve hissedilen bir adımı.

Milie, tersten okunduğunda “e İlim” — yani Ezgi’nin “e”si ve oğlum İlim’in adı… Aslında bu proje, içimden gelen her şeyin en sahici haliyle çocuklara dönüşmüş hâli. Kalpten kutuya, kutudan çocuklara…

Ve biliyorum: Bir hikâye, bir çocuğun hayatını değiştirebilir. Ve bazen… o hikâye, bir kutudan çıkar.

Hakkımızda